Son yıllarda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bireysel başvurulara dair kabul edilebilirlik üzerine bir yaklaşım değişikliğine gittiği görülmektedir. Söz konusu sebeple, Son yıllarda AİHM’in bireysel başvuruların kabul edilebilirlik koşullarına ilişkin kısa bir irdelemeyi işbu yazının konusunu yapmak zorunluluğu doğmuştur. Şöyle ki;
Mahkeme sıklıkla, kabul edilebilirliğe ilişkin kuralların belirli bir esneklikle ve aşırı şekilcilikten uzak yaklaşımla uygulanması gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme, Sözleşme’nin içerdiği hakların pratik ve etkili olarak kullanımını sağlayacak şekilde yorumlanması ve uygulanması gerektiğini de söylemiştir (Yaşar v. Türkiye-1998). Fakat, son yıllarda Mahkeme bu koşulların daha katı uygulanmasına yönelik bir tutum sergilemeye başlamıştır.
İki safha vardır: bir başvuru, başvurunun Mahkeme’nin İçtüzüğü’nün 54-2-b maddesi kapsamında ilgili hükümete bildirilmesinden ve hükümetin görüş sunması talep edilmeden önceki safhada, 34. ve 35. maddelerde yer alan kriterler ışığında resen kabul edilemez bulunabilir. Bu aşama, kabul edilebilirlik kriterinin yerine getirildiğini gösterme külfeti başvurucudadır. Başvuru hükümete bildirildikten sonra, Mahkeme genellikle kabul edilebilirlik koşullarına uygunluğu eğer davalı hükümet bu konuda bir itiraz ileri sürüyorsa değerlendirecektir (Estoppel doctrine – Buzadji/Moldova 2016- Sejdovic/İtalya-2006).
Bu kuralın istisnası başvurunun yer (ratione loci), konu (ratione materiae), kişi (ratione personae), zaman (ratione temporis) bakımından uygunluğuna ilişkin inceleme olup Mahkeme bunu her zaman resen yapabilecektir.
Mahkeme ayrıca yeni “önemli bir zarara uğranmaması” koşulunu da davalı hükümet tarafından açıkça gündeme getirilmemiş olmasına rağmen incelemiştir (Ionescu/Romanya-2010).
Davalı’nın Sözleşme’nin 43. maddesi çerçevesinde Büyük Daireye gönderildiği durumlarda, Büyük Daire hükümetin kabul edilebilirlik koşullarına ilişkin itirazlarını, bu itirazlar Daire tarafından incelenmişse tekrar inceleyebilecektir(Odievre/Fransa 2003). Bir hükümet kabul edilebilirlik koşularına ilişkin itirazlarını Daire önünde sürmemiş ise, Büyük Daire önünde süremeyecektir (Buzadji/Moldova).
Devletlerarası başvurularda, 35. maddenin “iç hukuk yollarının tüketilmesi” ve “dört ay” kuralları uygulanır. En son Gürcistan vatandaşlarının Rusya’dan sınır dışı edilmesini konu alan Gürcistan/Rusya – (I) davasında, Mahkeme Komisyonun yerleşik içtihadını uygulamıştır. Buna göre, ileri sürülen savlar siyasi bir unsur taşıyor olmalarına rağmen, başvuru hakkının kötüye kullanımı anlamına gelecek boyutta değillerdir. (Danirmarka, Norveç, İsveç ve Hollanda/Yunanistan 1968).
Mahkemelerin devletlerarası başvuruyu incelemesi için kişi bakımından yetkisine (ratioe personae) ilişkin tek koşul hem başvurucu hem de davalı devletin Sözleşme’yi onaylamış olmasıdır. Başvurucu devlet, bireyden farklı olarak ihlalin mağduru olduğunu ispatlamak zorunda değildir.
Kabul edilebilirlik aşamasında, idari bir uygulamaya dair yalnızca ilk bakışta, (prima facie) iddiaları destekler nitelikte delilerin sunulması gerekmektedir.
Madde 35(1)’e göre; Mahkemeye, ancak, uluslararası hukukun genel olarak kabul edilen ilkeleri uyarınca iç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra (..) başvurulabilir.
35(1) maddesinin üç amacı vardır. İlki, ihlal iddiaları Mahkeme önüne gelmeden önce, sözleşmeci devletlere bu ihlalleri engelleme ya da düzeltme fırsatını vermektir (Hendrich/Fransa-1994; Remli/Fransa-1996).
Bunun sonucu olarak da devletler, kendilerine bu ihlalleri iç hukuk sistemlerinde düzeltme fırsatı tanınmadan önce, eylemlerinden dolayı uluslararası bir kurum karşısında hesap vermek zorunda değillerdir (Chiragov ve diğerleri/Ermenistan -2015; Sargsyan/Azerbaycan-2015).
İkinci amaç, ulusal sistemde iddia edilen ihlal bakımından etkili bir iç hukuk yolu olduğu varsayımını düzenlemektir. Bu bakımdan anılan kural, Sözleşme’ye göre kurulan koruma mekanizmasının, ulusal insan hakları koruma istemlerine göre ikincil (subsidiary) olması ilkesinin önemli bir veçhesidir (Vuckovic ve diğerleri/Sırbistan–2014).
Üçüncü amaç ise; ilk iki amaç ile bağlantılı olup eğer, ulusal hukuk yolları var olmasına rağmen başvuru Mahkemeye getirilmişse, Mahkeme konu hakkında karar vermeden önce ulusal mahkemelerin görüşlerinden faydalanabilmelidir (A ve Diğerleri/Birleşik Krallık-2009; Burden/Birleşik Krallık-2008).
İç hukuk yollarının tüketilmesi kuralı temel olarak şunları gerektirir: Mahkeme önünde dile getirilmiş olan şikâyetin (i) özü (ii) yetkili ulusal makamlar önünde ve (iii) ulusal hukuktaki usule ilişkin kurallara ve sürelere riayet edilerek dile getirilmiş olmalıdır (Cardot/Fransa-1991)
Mahkeme’nin nazarında, bir şikâyetin özü itibarıyla yapılması gereği Sözleşme’nin belirli bir maddesine dayanmasa da, Mursic/Hırvatistan-2016 Davasında Büyük Daire tarafından teyit edilmiştir (Ayrıca; Vuckovic ve diğerleri paragraf 90).
Yetkili ulusal makam, bireyin hukuk sistemi içerisinde başvurabileceği en yüksek mahkemedir. Ancak bir mahkemenin yetkili ulusal makam olup olmadığı mahkemenin kendisindense, söz konusu edilen hakka göre değişebilir. Örneğin; AYM bireysel başvuru yolunun var olduğu ve Anayasadaki haklar ile Sözleşme’nin büyük ölçüde örtüştüğü ülkelerde, başvurucuların AYM’ye başvurmaları beklenir(Grisankova ve Grisankovs/Letonya-2003). Ancak; bu hususa dikkat edilmesi gerekmekte olup Paris Merry/İspanya-1999 davasında Mahkeme, başvurucunun AYM’ye yaptığı bireysel başvuru, mülkiyet hakkı ile ilgili davalarda böyle bir başvuru yapılmayacağı belirtilerek reddedilmiştir.
Mahkeme göre, bu konuda esneklik gösterilebilecek bir alan, yerel mahkemelerin usul kurallarını çok sert uygulanarak başvurucunun iç hukuk yolunu kullanmasını engelledikleri hallerdir (UTE Saur Vallnet/Andora-2012). Başka bir istisna da, başvurucunun iç hukukta usullere uygun davranmamış olmasına rağmen, yetkili mahkemenin talebin esasını incelemiş olduğu haldir. Böyle bir durumda, iç hukuk yollarının tüketilmesi koşulu başvurucunun aleyhine yorumlanamaz (Gafgen/Almanya-2012). Aynı şekilde, yerel mahkemenin talebin usule aykırı olarak yapıldığını tespit ettiği, ama yine de talebin esasına dair karar verdiği durumlarda da başvurucunun iç hukuk yollarını tüketmediğinden bahsedilemez (Verein Gegen Tierfabriken Scweiz/İsviçre-2009).
Görüldüğü üzere; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kabul edilebilirliğe ilişkin koşulları belirli bir esneklikte yorumlamakta iken, son yıllarda Mahkeme’nin iş yoğunluğunun artmasıyla birlikte, bu esneklik yerini yavaş yavaş katı bir anlayışa bırakmakta olup yıllar geçtikçe ve Avrupa nüfusu çoğaldıkça hak ihlallerine ilişkin başvurular daha da artacaktır. Bu halde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de “etkisiz bir yol” riskiyle karşı karşıya kalabileceği, azımsanmayacak bir ihtimaldir.