Son zamanlarda, hukuk dünyasında çok kullanılmayan ama aslında oldukça önemli olan isticvap kurumu hakkında, kısa bir değerlendirme yapmanın faydası bulunmaktadır. Şöyle ki;

Bir sözleşmeden veyahut hukuki ilişkiden doğan uyuşmazlık taraflar arasında mevcut olmaktadır. Bu nedenle, söz konusu uyuşmazlığı ve bunun dayandığı vakıaları taraflar en iyi bilen kişiler olarak nitelendirilebilecektir. Bu nedenle, medenî usul hukukunda, uyuşmazlığın giderilebilmesi için taraflardan yararlanılmalıdır.

İsticvap Nedir?

Medeni Usul Hukuku’nda tarafların dinlenmesi çatısı altında olan kurumlardan İsticvap, bu ödevin konusunu oluşturmaktadır. İsticvap, sözlükte sorup cevap alma, cevap alma maksadıyla söyletme, sorguya çekme şeklinde tanımlanmaktadır.  İsticvap hukuki anlamıyla ise, bir tarafın kendi aleyhine olan belli bir vakıa ile ilgili olarak hâkimce sorgulanması olarak tanımlanabilir. Daha kapsamlı olarak isticvabı; dava konusu vakıalarla ilgili olmak üzere, bu vakıaların gerçekliği hususunda hâkimde kanaat uyandırma saikiyle, tarafların sorgulanması şeklinde tanımlamak mümkündür. İsticvap, HMK m.169-175 arasında, tahkikat kısmında düzenlenmiştir. İsticvap, hâkim tarafından re’sen yapılabileceği gibi, taraflardan birinin talebiyle, bu talebin hâkim tarafından serbestçe değerlendirilmesi şartıyla, yapılmaktadır.

İsticvap kavramı; tarafların özel bir usul ile hâkim tarafından dinlenerek kendilerinin aleyhlerine olan vakıalar hakkında sözlü olarak sorgulanmasıdır. Fakat bunun sıradan bir taraf dinlemesi veya sorguya çekme olarak görülmesi isabetli olmayacaktır. 6100 Sayılı HMK’nın 169. maddesinde, ancak ve ancak dava konusu vakıalar ve onunla ilgili hususlarda tarafların hâkim tarafından isticvap edilebileceği hükmolunmuştur. Taraflar, sadece kendi aleyhlerine olan vakıalarla ilgili olarak isticvap edilebilecektir. Bunun sebebi ise; ileride aralarındaki farklara değinilecek olmakla birlikte, isticvabın ikrara dönüşme olasılığı ve isticvap edilmek üzere çağrılan tarafın hazır bulunmaması isticvap konusu vakıaları ikrar etme yaptırımına maruz bırakılmış olmasıdır (HMK m.171).

İsticvabın Hukuki Niteliği

Türk hukukunda deliller konusundaki temel kural, hâkimlerin delilleri serbestçe değerlendirmesidir. Bununla birlikte; kanunumuzda bu kuralın istisnaları da bulunmakta olup senet, yemin ve kesin hükmün varlığı halinde hâkim bu delillerin takdirini serbestçe yapamayacak, geçerli olduklarına kanaat getirmesi halinde bunların vakıaların ispatını oluşturduğunu kabul etmek zorunda olacaktır.

İsticvabın hukuki niteliği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. İsticvabın delil niteliğinde olduğuna yönelik düşünce bazı ülkelerde yaygın olarak mevcut bulunmakta olup bunun sebebini taraf beyanlarının delil değeri bulunduğu düşüncesi oluşturmaktadır. Birebir olmamak ile birlikte; bu işlev Türk Hukuku’nda yemin (m.225 vd.) ile sağladığı birtakım yazarlarca iddia edilmektedir. Kanun’un sistematiğine bakıldığında ise; isticvap HMK’nın delillere ilişkin kısmında değil, tahkikata ilişkin kısmında düzenlenmiştir. Kanun’un sistematiği karşısında, kanun koyucunun isticvaba delil değerini yüklediğini iddia etmek pek mümkün olmayacaktır. Kanun koyucunun neden böyle bir tercih yaptığı hususunda her ne kadar kesin olarak bir şey söylemek mümkün değilse de tarafların menfaatlerini sağlamak amacıyla gerçeği söylemeyecekleri endişesinden yola çıktığı muhtemeldir.

Doktrinde birtakım yazarlar tarafından; isticvap, delil kazanımı ya da uyuşmazlığın mevcut olduğu kısımların belirlenmesinde ağırlık kazanması, isticvabın, bir delil aracı olarak değil, ikrarın elde edilebilmesine olanak tanıyan bir tahkikat vasıtası şeklinde nitelendirilebilmesi, bu kurumun davanın aydınlatılması bağlamında işe yarar bir araç olabilmesine karşın “tarafların kendi davaları için en şüpheli tanık” konumunda olmalarından dolayı isticvaba delil değeri atfedilememesi, kurumun HMK’da delil niteliğinde düzenlenmemiş olması ve bu nedenle bu özelliğe niteliğine haiz olmaması gerekçeleriyle delil olarak kabul edilmesinin mümkün olamayacağı savunulmaktadır.

Buraya kadarki açıklamalarımızdan, isticvabın bir ispat aracı olmadığının doktrin tarafından benimsendiği yanılgısına kapılmak mümkündür. Ancak; bahsi geçen ve yukarıda yazarların gerekçeleri ile açıklanan bu görüşe karşı çıkan görüşler de mevcuttur. Üstündağ, bu kurumun delil aracı şeklinde nitelendirilmemesinin sebebini, tarafların dinlenmesi ile karıştırılması olduğunu savunmuş ve doktrindeki genel görüşten ayrılarak bunun bir delil olabileceğini, “(…) Usul Kanunumuzda, isticvap, diğer delillerin mevcut olmaması veya yetersiz olması halinde başvurulan tâli bir ispat vasıtası olmayıp; hâkimin takdirine göre, diğer deliller ile birleştirilebilen bir ispat vasıtasıdır” şeklinde açıklamıştır. Yine, Alangoya/Yıldırım/Deren Yıldırım, Medeni Hukukun Esasları eserinde aynı doğrultuda tutum takınılarak, eserlerinde kanun sistematiğinden farklı olarak isticvap kurumu delillere ilişkin bölümde açıklanmış olup bu tutum açık olarak olmasa da, kendilerince isticvabın bir “takdiri delil” olarak yorumlanmasına yol açmıştır. Bu yorumlamanın yapılmasının asıl nedeni ise aynı yazarlarca kaleme alınan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısı eserinde, , isticvabın söz konusu tasarıda bir delil olarak düzenlenmemesini, tarafın beyanlarının delil değerinin mühim olduğunu savunan modern ispat teorisine aykırı düşmesi ile eleştirerek açık şekilde ortaya koymuş olmalarıdır. Yine birtakım yazarlar tarafından isticvabın delil sayılmamasının önünde hiçbir engelin mevcut olmaması ifade edilerek isticvabın yalnızca ikrar elde etmeye yönelik bir araç olarak değerlendirilmesinin, gerek modern ispat teorisine ne de medeni usulün amacına hizmet ettiği ifade edilmiştir.

İsticvap, çalışmamızın başında da belirtildiği gibi, mahkemenin tarafları bilgi kaynağı olarak kullanabilmesi için kurulan iki kurumdan biridir. Kanunda yer alan şekliyle, isticvabın “delil” olduğunun ileri sürülmesini abartı olarak değerlendiren görüşler hâkim görüş olmak ile birlikte, temelde sorgulamanın bir “ispat” çabası olduğundan şüphe edilmemelidir. Hâkim, isticvap ile birlikte tarafların aleyhine olan olaylar hakkında bilgi sahibi olacak ve bunun sonucunda bu vakıaların doğruluğu hakkında bir karara varacaktır. Dolayısıyla kanımca, isticvabın sadece “ikrar elde etme amacına yönelik bir çaba” olarak görülmesi, bu kurumun verimliliğini olumsuz yönde etkileyecektir. Bu durumda, bu görüş benimsendiğinde, isticvap sonucunda taraftan ikrar alınmadığı takdirde, tarafın isticvap kapsamında verdiği ifadelerin hiçbir değeri kalmayacaktır. Bu noktada senetle ispat kuralının varlığı halinde, delil başlangıcı olarak tarafların isticvabı yoluna başvurulması pratik bir çözüm olacaktır. Bu çerçevede Yargıtay, somut delille ispat kuralının geçerli olduğu durumlarda somut delilin bulunmaması halinde, tarafların sözleşme ilişkisinin ve sözleşme ilişkisinin taraflarını isticvap yoluyla belirledikten sonra, tarafa hatırlatma yapılması gerektiğine hükmetmiştir. Burada görüldüğü gibi Yargıtay sadece sorgulama için “belirsizlikleri ortadan kaldıracak bir araç” değeri atfetmiştir. Yine Yargıtay, görece daha yeni bir kararında, somut delille ispat kuralının geçerli olduğu ve sorgulamanın zaten başlı başına delil olmadığı durumlarda isticvabın kullanılamayacağına karar vermiştir.

Yargıtay uygulaması ve bunun gelişiminin irdelenmesi gerekir ise, isticvap konusunda güçlü ve köklü bir içtihadın hiçbir dönemde gerçekleştirilmediğinden bahis olunsa da, yıllar içerisinde içtihat değişikliği yaşandığı söylenebilecektir. Öncelikle; Yargıtay’ın geçmiş tarihli bazı kararlarında isticvabı delil olarak değerlendirdiği, “(…) Hukuk davalarında; hâkim, tarafların istek ve gösterdikleri deliller ile bağlıdır. Ancak toplanan kanıtların hüküm kurma yolunda yetersiz kalması durumunda; hüküm, usul yasasında yazılı isticvap ve yemin gibi müesseselerden yararlanmak suretiyle re’sen soruşturma yaparak gerçeği bulmak zorundadır.” Şeklindeki gerekçelendirmeler sebebiyle anlaşılmaktadır. Fakat; daha sonra Yargıtay tarafından görüş değişikliği yapılmak suretiyle isticvabın bir delil niteliği taşımadığı, “(…) HUMK’nun 230 ve müteakip maddelerinde düzenlenen isticvap, bir davada o dava ile ilgili belli vakıaların açıklığa kavuşturulması, varlığı ve yokluğu konusunda aleyhine olan tarafın ikrarının sağlanması amacıyla hâkimin kendiliğinden veya taraflardan birinin isteminin kabulü ile başvurabileceği usuli bir işlemdir. Başlı başına bir ispat vasıtası değildir.” şeklindeki kararındaki gerekçelendirmeler ile anlaşılmaktadır. Yine başkaca birçok kararında söz konusu görüşünde bir değişiklik olmamıştır.

Sonuç

HMK’daki düzenleme şekli dikkate alındığında, isticvabı tek başına delil olarak kabul etmek Türk Hukuku’nda mümkün görülmemektedir. Ancak isticvap, hâkimin tarafları bilgi kaynağı olarak sorgulayarak kullanmaları bağlamında gerçeğe ulaşması açısından modern usul hukukunda büyük öneme sahip bir kurumdur. Bize göre ise; isticvabın bir delil olarak kabul edilmemesinin günümüz modern ispat teorisi ile bağdaşmadığı, kanunun sistematiğinde tahkikat kısmında yer alması ve buna dayalı olarak isticvabın ikrar elde etmeye yarar bir araç olduğundan bahisle kapsamının daraltılmasının da medeni usul hukukunun amacına aykırı düşmesi sebepleri göz önüne alındığında isticvabın bir delil aracı olarak kabul edilmesi ve kanun sistematiğinin de buna göre düzenlenmesi zaruri olup uygulamadaki mevcut durum nedeniyle yargılamadaki önemi az görülen bu kurumun potansiyelinden yararlanılması gerektiği ortadadır.

Share.
Exit mobile version