A. Genel Açıklamalar
Başvurucu İlkay Mahanoğlu (“İM”) aleyhine yerel mahkemede ikame edilen ön alım hakkına dayalı tapu iptal ve tescil davası süresince başvurucuya ait ön alım bedelinin yaklaşık altı yıllık dava sürecinde nemalandırılmaması ve değer kaybına uğratılarak ödenmesi nedeniyle devletin müdahalesine bağlı mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına dayanarak 7/6/2018 tarihinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuştur.
Başvuruya konu olan olayda yerel mahkeme ve yüksek mahkeme nezdinde dosyanın incelenmesine bağlı olarak kronolojik açıdan inceleme yapıldığında; İM hakkında 22/11/2012 tarihinde ikame edilmiş olmasına bağlı olarak dosyanın 10/12/2015 tarihinde yerel mahkemede karara bağlanması ve akabinde taraflarca yapılan temyiz başvurusu üzerine bu kez 28/3/2017 tarihinde dosya “onama” olarak karara çıkış olup karar düzeltme talebi ise 19/4/2018 tarihinde reddedilmiştir. Başvurucu yerel mahkeme nezdinde belirlenen 718.502,72 TL ön alım bedelini 21/5/2018 tarihinde tahsil etmiştir.
Yerel mahkemeye konu olan olayın yaklaşık 6 yıllık bir süre içinde karara bağlanması ve bu bağlamda ön alım bedeli olarak depo edilen bedelin nemalandırılmaması gerekçesi ile ekonomik koşullar ve enflasyon atfıyla devletin müdahalesi ile mülkiyet hakkının ihlali olduğu iddiası ile yapılan bireysel başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi (“AYM”) 2018/17652 Başvuru No ile incelemiştir.
Başvurucu İM iddialarının aksine dosyanın özel hukuk kişileri arasında ikame edilen bir uyuşmazlık kaynaklı olmasından dolayı AYM dosya kapsamını devlet müdahalesine bağlı mülkiyet hakkı temelli değil “devletin pozitif yükümlülüklerinin tespiti ile etkin kullanım sağlanıp sağlanmadığı” temelinde incelemiştir.
Yapılan inceleme sonucunda ise AYM’nin 19/10/2023 tarihli kararı (“karar”) 25/01/2024 tarihli ve 32440 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
B. Değerlendirme
Öncelikle belirtmek gerekir ki somut olayda özel hukuk kişileri arasında ön alım hakkına dayalı tapu iptal ve tescil davası söz konusudur. Anılan davada; uyuşmazlık konusu taşınmazda 1/4 hissesi olan paydaş Ş.K. kanuni ön alım hakkına dayalı olarak 22/11/2012 tarihinde başvurucu aleyhine Mersin 1. Asliye Hukuk Mahkemesinde (“Mahkeme”) dava açmıştır.
Davacı Ş.K. dava dilekçesinde, ön alım hakkının kullanılmasını önlemek amacıyla bedelin yüksek gösterildiğini belirterek bedelde muvazaa iddiasında bulunmuş ve mahkemece belirlenecek gerçek bedel karşılığında taşınmazın tapusunun iptaliyle adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir. Başvurucu 11/12/2012 tarihli cevap dilekçesinde 706.680,00 TL satış bedeli ve tapu masraflarının ödenmesi şartıyla davayı kabul ettiğini belirtmiştir. Ancak bu açık beyana rağmen yargılamanın uzun yıllar sürmesi bağlamında 22.05.2015 ve 21.05.2018 tarihleri arasındaki enflasyon farkı nedeniyle başvurucu açısından maddi / manevi zararın varlığı ileri sürülmektedir.
AYM kararında; başvurucu açısından 1982 Anayasası madde 35 gereği mülkiyet hakkının varlığının sabit olduğunu belirtmekle bu durumun kapsamını devlet müdahalesine bağlı mülkiyet hakkı ihlali teşkil etmediğini; devletin mülkiyet hakkına ilişkin pozitif yükümlülükleri yönünden inceleme yapılması gerektiğini belirtmiştir.
Gerçekten de devletlerin bireylere yönelik negatif olduğu gibi pozitif yükümlülükleri de mevcuttur. En temel örnek ile belirtilebilir ki; devletin bir bireye karşı “yaşam hakkını ihlal etmeme” konusundaki yükümlülüğü negatif bir yükümlülükken temel bir insan hakkı olan yaşam hakkı ihlaline yönelik her türlü riski ortadan kaldırma amacı ile tedbir alma, bertaraf etme gibi yükümlülüklerde devletlerin pozitif yükümlülükleri olarak kabul edilir.
Nitekim işbu AYM kararına konu olay da gerek İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (“İHAM”) Ek 1 Nolu protokol ile gerek 1982 Anayasası madde 35 ile koruma altına alınmış temel bir insan hakkı olan mülkiyet hakkı çerçevesinde gelişmiştir.
AYM kararında da açıkça belirtildiği üzere; “bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının gerçekten ve etkili bir şekilde korunabilmesi yalnızca devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı değildir. Gerçek anlamda koruma sağlanması için devletin negatif yükümlülükleri dışında pozitif yükümlülüklerinin de olması gerekir. Dolayısıyla Anayasa’nın 5. ve 35. maddeleri uyarınca devletin mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin pozitif yükümlülükleri bulunmaktadır. Bu bağlamda söz konusu pozitif yükümlülükler, kimi durumlarda özel kişiler arasındaki uyuşmazlıklar da dâhil olmak üzere mülkiyet hakkının korunması için belirli tedbirlerin alınmasını gerektirmektedir”.
Somut olaya benzer birçok kararda AYM ön alım bedelinin enflasyon karşısında değer kaybına uğrayacak olması nedeni ile öncelikle davanın adil ve etkin bir yargılama ile makul sürede sonuçlanmasını ve anılan bedeli makul süre ile vadeli bir mevduat hesabına yatırılması biçiminde basit tedbirle koruma sağlanması gerektiğini belirtmiştir (Hüseyin Ak, B. No: 2016/77854, 1/7/2020, § 71). Zira bedelin değer kaybının önlenmesine yönelik en basit tedbirin dahi alınmaması devletin pozitif yükümlülüğünü açıkça ihlal ettiği sonucunu doğurur.
Doğrudan somut olay ile benzer olan bir başvuruda AYM yine özel kişiler arası icrai bir uyuşmazlığın söz konusu olduğu Fatma Yıldırım (B. No: 2014/6577, 16/2/2017, §§ 53-63) başvurusunda da ihale bedelinin icra sürecinde nemalandırılmamasının mülkiyet hakkının devlete yüklediği pozitif yükümlülüğün ihlali sonucunu doğurduğu şeklinde görüş bildirmiştir.
Tüm bu ulusal ve uluslararası mevzuat ışığında AYM uyuşmazlık konusu vakıa açısından yerinde bir karar vermekle başvurucunu 1982 Anayasası madde 35 kapsamında güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği noktasında haklı ve hukuka uygun bir karar vermiştir. Zira başvurucu yargılamanın başında makul bir süre içinde satışı diğer paydaşlara bildiren ve hüküm altına alınan ön alım bedeline daha yargılamanın başında razı olmuşken başvurucunun ne bedelin depo edilmesi ne yargılamanın uzun sürmesi ne de yerel mahkemenin nemalandırma kararı vermeme konusundaki iradesinde bir kusuru vardır.
AYM kararı ile belirtildiği üzere sabittir ki; yerel mahkeme makul bir süre içinde depo kararı ve sonrasında depo edilen paranın vadeli hesapta tutulması kararı verme imkânına sahipken bu yollara tevessül etmediğinden başvurucunun alacağının enflasyon karşısında değer kaybına uğramasına yol açmıştır.
Bu emsal içtihat ile uzun yıllara dayanan yargılamalar ve ek olarak enflasyon yargılamaya konu vakıa özelinde dosyaya depo edilen bedellerin nemalandırılmamasının (vadeli hesaba yatırılmamasının) açıkça mülkiyet hakkının devletin pozitif yükümlülükleri kapsamında ihlal edildiği sonucu yerinde bir hukuki uygulamadır.