A. Genel Açıklamalar
Yaşanılan teknolojik gelişmelere, ekonomik ve siyasal alanlardaki küresel boyutlara ulaşan sorunlara, iklim krizinin getirdiği zorluklara ve çözüm süreçlerinin yürütülmesinde yaşanan aksaklıklara bağlı olarak iş gücü piyasası sorunları global düzende risk analiz tablosunun merkezine oturmuş durumdadır. Üstelik merkezde var alan bu sorun ince hatlar ile birçok farklı kola ayrılmış hukuki, ticari, siyasi, iktisadi, sağlık, gıda gibi sektörlere bağlı olarak varlığının etkisini artırarak göstermektedir.
Bahsedildiği üzere küreselleşme, siyasi istikrarsızlıklar, iklim krizi gibi etkenler nedeni ile göç zorunlu olup dünya genelinde de artık karşı konulamaz bir seviyeye ulaşmıştır. Yaşanan bu zorunlu göç dünya ülkeleri açısından yalnızca sosyo-ekonomik olarak değil iş gücü piyasasını doğrudan etkileyen rekabet hukuku bağlamında da ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Zira yoğunlaşan istihdam temelinde göçmen çalışana kolay erişim ve bağlı olarak eşit ise ucuz ücret gibi rekabet dengesizlikleri yaratacak sorunları barındırmaktadır.
Sorunun detayına inmeksizin ilk olarak “istihdam” tanımına yer vermek uygun olur. “İstihdam üretim etkenlerinin üretime iştirak etmesidir. İstihdam üretim faktörlerini içermesine rağmen daha çok iş gücünün üretim faktöründe rol almasını ifade eder. İş gücünün istihdam edildiği sürece üretimi emenlerinin de istihdam edildiği varsayılır”. İşsizlik ise global düzende artarak yaygınlaşan bir sorun olup International Labour Organization (“ILO”) bir bireyin işsiz olarak tanımlanması için için 3 kriteri aramaktadır:
Günümüzde işsiz ve işsizlik kavramları sıklıkla hukuki düzlemde ihtilaf konusu olsa da friksiyonel, mevsimsel, konjonktürel ve gizli olmak üzere karşılaşılan işsizlik türlerinden en çok “gizli işsizlik” iş dünyasını zorlamaya ve alternatif olması halinde göçmen işçi istihdamına sevk etmeye neden olmaktadır.
Gizli işsizlik; “İş başında görünmesine rağmen üretime katkısı olmayanların oluşturduğu işsizliktir. Gizli işsizlikte marjinal verim sıfırdır. İşten çıktığı durumda üretimde veya çıktı miktarında bir azalma görülmez. Az gelişmiş ülkelerde gizli işsizlik kaynak eksikliğinden kaynaklanırken gelişmiş ülkelerde ise talep eksikliğinden kaynaklanır”.
İşte bu çalışmanın konusunu oluşturan göçmen çalışanların iş gücü piyasalarına etkisi temelinde var olan sorunlardan en önemlisi; gizli işsizlik sonucu işten çıkarma/alternatif değerlendirmedir. Nitekimbu edimler kapsamında işverenlerde ortaya çıkan aynı işi daha ucuz maliyetle karşılayabilme motivasyonunun rekabet piyasalarını ne şekilde etkilediğinin incelenmesi önemlidir.
Türkiye’nin de taraf olduğu ILO 100 No’lu Eşit Ücret Sözleşmesi ile eşit işe eşit ücret verilmesi gerekliliği sabittir. Nitekim 1982 Anayasası madde 10; “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” düzenlemesi ile madde 55 “Ücrette Adalet Sağlanması” düzenlemesi eşitlik hakkını temel bir anayasal hak olarak güvence altına almıştır.
Yine 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. maddesi, işverenin eşit davranma ve ayrım yapmama borcunu düzenlemektedir. İşbu madde kapsamında işveren, iş ilişkisinde işçilere eşit işlem yapmakla yükümlü olup; iş sözleşmesinin kurulması, ücret ve çalışma koşulları ile sözleşmenin sona ermesinde farklı işlem yapamaz. Aynı durumdaki işçilere objektif ve farklı davranmayı haklı kılacak nedenler bulunmadıkça eşit davranılması zorunludur. İşverenin aynı işi yapan işçiler arasında, işin niteliği ya da zorunlu sebepler olmadıkça farklı işlemde bulunamayacağı, başka bir anlatımla eşit ücret verme zorunluluğu bulunduğu belirtilmektedir.
Ancak çeşitli nedenlerle zorunlu göçe maruz kalan Türkiye günümüz iş gücü piyasası düşünüldüğünde özellikle rekabet hukuku açısından riskli kabul edilecek sorunlarla karşı karşıya kalınmaktadır. Zira hali hazırda göçmen işçi istihdamı ile piyasa rayicinin çok altında bir oranla işçi çalıştırılması eş zamanlı olarak işverenlerin iş gücü maliyetlerini de düşürmeleri sonucunu doğurur. Ancak bu hal işverenler arasında maliyet bazlı haksız rekabet ile karşılaşılmasına neden olmaktadır. Böylece piyasa dengesi bozulur ve uzun vadede yerli iş gücü istihdamı ciddi bir düşüşe geçeceğinden sektörel çöküş riskinin meydana gelmesi kuvvetle muhtemeldir.
OECD 2022 ve ILO 2020 raporları ile bu eylemlerin “sosyal sönümleme (social damping)” etkisi yaratacağı açıkça belirtilmiş ve işverenlerin bu hususlara dikkat etmesi gerekliliğine parmak basılmıştır. Şöyle ki:
Bahsedilen kararlar ve uluslararası makamların tavsiye niteliğindeki görüşleri genel olarak iş gücü piyasalarının serbestliği ve fakat rekabet ihlalleri yaratmayacak eylemlerde bulunulması noktasında birleşmektedir. İşte tam bu açıdan inceleme yapılırken iş gücü mobilitesi ve bunun işverenler arası rekabete nasıl yansıdığı da irdelenmelidir.
Rekabet Kurumu’nun 2 Ocak 2020 Tarih, 2019-4-065 Dosya no ve 20-01/3-2 Karar sayılı Kurul Kararı ile şu hususlara değinmiştir:
Nihayetinde anılan gerekçelere bağlı olarak teşebbüslerin iş gücü piyasasında 4054 sayılı RKHK madde 4 uyarınca “anlaşma” yapmak suretiyle çalışanların maaşlarını sabitlemeyi ve çalışanların teşebbüsler arasındaki geçişlerini engellemeyi amaçlamaları 4054 sayılı RKHK gereği ihlal olarak kabul edilmiştir.
Yukarıdaki açıklamalar bağlamında göçmen işçilerin teşebbüsler açısından kayıtsız/bildirimsiz ucuz iş gücü olarak konumlandırıldığı, bu grup işçilerin ağırlıklı olarak tarım, inşaat, tekstil gibi sahalarda rol aldıkları hakeza geçici koruma statüsü olan kişilerin (ÖRN: Suriyeli çalışanlar) belli bir gölge dışında çalışma hakkına sahip olmadıkları da dikkate alındığında işgücü piyasasında sosyal sönümleme(social damping)” etkisinin çok ciddi seviyede hissedilebileceği açık olup bu hal doğrudan serbest piyasa ekonomisini etkileyecek ihlal anlaşmalarına yahut hakim durumun kötüye kullanılmasına imkan yaratabilir.
Yine uluslararası incelemelere bakıldığında ise:
Genel tabloda teşebbüslerin ana ilke olarak rekabet ihlali yaratacak eylemlerden kaçınılması global düzenle kabul edilmiştir. Bunun yanında çalışan mobilitesinin engellenmesi ile gerek iç hukuk ve gerekse ulusal düzende rekabetin engellenmesi olarak kabul görmüş ve teşebbüsler açısından yükümlülük doğuran sonuçlar ortaya çıkmıştır.
Göçmen istihdamında da aynı sorunsal risk karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar iş gücü piyasalarının düzenlenmesi adına önemli adımlar atılıyor olsa da teşebbüslerin işveren olarak hareket sahasında çalışan mobilitesini engellemekten imtina etmesi, hassas bilgi paylaşımından kaçınılması ve dahi serbest piyasa ekonomisini olumsuz etkileyecek anlaşmalardan uzak durması önemlidir.
Sektörel teşvik sorunları, yasal mevzuat boşlukları, göçmen çalışan politikasının etkin yürütülmemesi, zorunlu göçün devam etmesi, artarak devam eden iklim krizi/sosyo-politik çalkantılar iş gücü piyasalarını ve dahi teşebbüsleri doğrudan etkilediği muhakkaktır. Bu durumun yalnızca sosyal adalet dengesini bozmadığı eş zamanlı serbest piyasa ekonomisini ve etkin rekabet politikasını da ciddi derece olumsuzlukla etkilemektedir.
Teşebbüslerin bağlı kalmaları gereken yasal uygulamalar yanında şu konularında açıkça regüle edilmesi gereklidir;